Şu anda kullanıcı aktivasyonu yöneticiler tarafından yapılıyor. Eğer hali hazırda üye olmuşsanız/olacaksanız karakterinizin aktif edilmesi için infernium@outlook.com adresine mail atabilirsiniz. İsminizi ve karakter adınızı vermeyi unutmayın.

Infernium Yönetim
Şu anda kullanıcı aktivasyonu yöneticiler tarafından yapılıyor. Eğer hali hazırda üye olmuşsanız/olacaksanız karakterinizin aktif edilmesi için infernium@outlook.com adresine mail atabilirsiniz. İsminizi ve karakter adınızı vermeyi unutmayın.

Infernium Yönetim
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 müttefik.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Gaëtan Télesphore
Büyücü
Büyücü
Gaëtan Télesphore


Mesaj Sayısı : 2629
Kayıt tarihi : 20/04/13

müttefik. Empty
MesajKonu: müttefik.   müttefik. Icon_minitimePerş. Tem. 03, 2014 4:43 pm


Belki de artık, gerçekliğin bilincine varacak kadar büyümüştü ve bunu ispatı, çok da gecikmeyecekti.



En son Gaëtan Télesphore tarafından Perş. Tem. 03, 2014 4:48 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Gaëtan Télesphore
Büyücü
Büyücü
Gaëtan Télesphore


Mesaj Sayısı : 2629
Kayıt tarihi : 20/04/13

müttefik. Empty
MesajKonu: Geri: müttefik.   müttefik. Icon_minitimePerş. Tem. 03, 2014 4:45 pm


Söylediği üzere, konuğunu malikânenin en ıssız yerine almışlardı hizmetçiler ve bunu haber verdiklerinde Gaëtan Télesphore, vakitsiz ziyaretten hiç de rahatsız olmamışçasına üzerini hızla değiştirmiş şekilde yola koyulmak üzere hazırlanmıştı. Gece çöktüğünde gelen misafirini ağırlamak üzere ağır adımlarla ilerlemekteydi adam. Onca zaman sonra kendisini bu isimdeki kimsenin görmek istemesi oldukça şaşırtıcıydı ki üzerine, daha nelerin kendisini şok edeceğini düşünmeden edemiyordu da esasında. Gırtlağına dayanmış bir bıçak varmış da onun soğuk metalinden yayılan hissiyat tüm bedenini kaplıyormuşçasına gerildi ve dudaklarının ardına gizlenmiş meraklı kelimelerin telaffuzuna izin vermemek konusunda büyük çabalar sarf edeceğinden emin şekilde adımlarını düzenledi. Yaklaşık on saniyelik yürüyüşü ardından varacaktı.

Pek çok büyük yerleşke gibi, burada da odaları birbirinden ayırmak için adlandırma yapılırdı ve bu geniş şatonun ilk konularından bu yana, Télesphore Ailesi bu salona Şeytanboynuzu derdi. Nedenlerini açıklamak için pek çok açıklama yapılabilecek dahi olsa, en basit açıklamasının evin en yüksek kulesi olmasıydı ve aynı zamanda, şatoya bağlı en uzak parça. Bu kulede, ailenin liderlerinin çok özel konuklarını ağırladıkları tek bir salon haricinde hiçbir oda yoktu ve şimdi, ilk kez lider olmayan biri tarafından aynı işlem için kullanılacaktı: oldukça kıymetli biri. Babasına meydan okumak olarak kesinlikle görülmemesi gereken bu davranışın altında yatan şeyin, salonla değil de kişiyle alakalı olduğunu belirten notunu halasına yollayarak yoluna devam etmiş olan Gaëtan, kapıyı hafifçe aralayarak içeri girdiğinde yanındaki iki hizmetçiye geride kalmalarını belli eden bir işaret yaparak ardından iki kanatlı ahşabın kapanışını dinledi. Dik duruşuna paralel bir çizgi hâline geldiğinde kapının birleşme noktası, az öncekinden daha tedbirli biçimde ilerlemeye koyuldu ve mum ışıklarının altında gölgede kalmış siluetin oturduğu koltuğun karşısına bedenini yavaşça yerleştirmeden hemen önce ufak bir selam verdi başıyla; karşılığını fazlasıyla alacağı bir taneyi umuyordu. Koskoca bir salon vardı gözleri önünde, yaklaşık yüz metrekare olması muhtemeldi ve yalnızca üç penceresi vardı; bunlardan biri, odanın kuzey kanadına denk gelecek şekilde, tam kapının karşısına yerleştirilmişti ve Gaëtan’ın oturduğu koltuğa doğrudan bakıyordu. Doğu ve batıda da karşılıklı olarak yerleştirilmişti pencereler ve kapı da hesaba katıldığında, silindirik yapıdaki odada, bir artı veya daha dikkatle bakıldığında bir haç meydana çıkıyordu aslında. Elbette bu konular üzerinde düşünmekle alakası olmayan Gaëtan Télesphore, aralarında yaklaşık olarak dört metre olan konuğunun karartılar altındaki yüzünü seçmek zahmetine girmeden hemen sağ tarafındaki pikaba uzanarak birkaç saniye onunla uğraştı ve akabinde, iğneyi de plağın üzerine bıraktı. Sanki biri üflemişçesine kendi kendine sönmeye başlayan tüm mumların geride bıraktığı gümüşî dumanlar ve doğu penceresinden süzülen mehtap sayılmazsa odaya ait olmayan hiçbir şey yoktu, konuklar haricinde. Elbette büyük bir karanlığın çökmesi akabinde başlayan, cızırtılı seslerin devamı niteliğindeki müziği de unutmamak gerekiyordu. Sükûnetin bir parçası gibi akmaya başlamıştı aralarında ve bunu bozanın ilk kim olacağını hiç bilmiyordu ikisi de. Sadece bakıyor ve görünmezliğin ortasında kalmışlığı görmeyi umuyor, karanlığın içerisindeki bulanıklığın ardındaki hakikati arıyorlardı.

Söze nasıl başlayacaklarını bilememenin getirdiği bir iki dakika on sekiz saniye sonunda, müziğin ortasında baş gösteren anlık sessizliği tebessümle bölen yüksek bir keman sedasına eşlik ediverdi Gaëtan.
“Jean Baptiste Lully. Babamın tarzına uymuyor, dedemden beri bu pikabın kullanılmadığına şaşırıyorum.” Sanki kendi kendine konuşan biriymişçesine kısık sesle söylemişti bunları, fısıltısı boş odayı doldursa dahi. Akabinde de konuğunun yeni farkına varmışçasına sesinin tonunu biraz daha yükselterek ve vurgularını dikkatle yaparak konuşmaya koyuluverdi. “Peki, sizi, buraya, bu vakitte getiren nedir bayım?” Tonlamasında kimle konuştuğunu bilmiyor olduğunu belli eden tek bir ipucu yoktu, yalnızca isim kullanmanın lüzumsuz olduğunu ve kimle görüştüğünü kendine kanıtlama ihtiyacı duymadığını hissediyor gibiydi. Dudaklarını daha fazla hareket ettirip kendini meşakkatin ortasına atmak ihtiyacı hissetmediğinden sözü yine bu taş plağın kaydında önemli rol oynayan orkestraya vermişti. Karşı tarafın bir şeyler demek isteyip istemediğini düşünmeksizin derince bir nefes almış ve onu suskun parçalar hâlinde bırakmaya dikkat etmişti. Sabırsızlığını dillendirmediğinden emin olmalıydı, mimiklerini de bu nedenle kontrol ediyordu.

Karanlığın her şeyi gizleyeceğine inanmayan biri olarak işlerini geceleri halletmeye çalışmayalı çok uzun zaman oluyordu. Eğer saklamak istenilen şey, gün ışığında, herkesin önünde saklanamıyorsa bir gün ortaya çıkacaktır diye bir tavsiye almıştı zamanında. Ölümünden hemen öncesinde, hayatında ilk kez karşılaştığı ve ona, evinde olduğunu hissettirdiği dedesi tarafından henüz beş yaşındayken söylenen bu sözlerin kendisi üzerindeki etkisini hiçbir zaman tam olarak açıklayamasa da adamın gerçek manada bir bilge olduğuna inanmıştı; geleceği görmek konusunda pek çoğundan yetenekli ve görücülerle eşdeğer olmalıydı. Bu durum, tanrının kendilerine bağışladığı yeteneklerden değildi de aklını kullanmanın bir sonucuydu ve onun gibi olmak üzerine oldukça çabalamıştı Télesphore. Bundandır ki yeni evliliğini hiçbir zaman küçük görmemiş, herkesin yararına bir anlaşmaya çevirmeyi dahi başarmıştı hatta. Maëlys, güçlü bir kadın olmuştu her daim ve en yakın destekçisinin o olması durumunda, gerçek amacına ulaşmanın zorlukla bir alakası olabileceğini düşünmüyordu Gaëtan; fakat müttefikler de mühimdi, içeriden olduğu kadar dışarıdan da. Bu nedenle, daha bu sabah birkaç tane mektup yazmıştı şu anki konumuyla ilgili olarak. Henüz onlar ulaşmadan, sanki tüm bunlardan haberi varmışçasına burada bitebilmiş kişinin son derece mühim özellikleri olduğunu biliyordu ve onlardan yararlanmanın gerekliliği adına, ufak bir anlaşma yapmayı umarak biraz daha geriye yaslandı oturduğu yerde. Sırtı düz bir çizgiyi andırırken, yumuşak koltuk bedenine göre şekil alarak rahatlığını arttırdı adamın. Belki de artık, gerçekliğin bilincine varacak kadar büyümüştü ve bunu ispatı, çok da gecikmeyecekti. Ön dişlerinden ikisini dudağının hafif kurumuş derisine geçirerek yavaşça yukarı çekti ve soyulan derinin getirdiği hissiyatlarla -acı kadar haz da vardı- amacını tüm dünyaya ilan etti oracıkta Télesphore.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hikaru Haruki
Büyücü
Büyücü
Hikaru Haruki


Mesaj Sayısı : 295
Kayıt tarihi : 09/05/13

müttefik. Empty
MesajKonu: Geri: müttefik.   müttefik. Icon_minitimePerş. Tem. 03, 2014 6:06 pm


Elinde hiçbir şey olmadan beklemekten sıkılmış biri hâline geleli çok geçmemişti ki Hikaru, dudaklarını mühürlemekten vazgeçme kararı aldı. Bu sebeple, elini kolunu bağlayan sükûneti değiştirmeyi arzulayarak hazırlandı ve saat on iki civarında Fransa’nın pek de insan uğramaz bir köşesinde, derebeylik döneminden kalma koca bir şatonun yolunu tuttu. Avrupa mimarisinin gotik dönemlerinin zirveye ulaştığı bu çağda inşa edilmiş görkemli ve korkutucu binanın heykellerle donatılmış olması dikkatini çekmişti genç adamın. Kendisine verilmiş yetenekleri kullanmak konusunda gelişmiş olsaydı eğer, daha fazla şey öğrenebilirdi tek bakıştı; lakin bu konudaki cehaleti, annesinin çocukluğunda üstünde kurduğu baskıdan kaynaklanıyordu. Hikaru, dışarı çıkması yasaklanmış safkan bir büyücüydü ve doğumuyla armağan edilmiş özelliklerin kendini göstermeye başladığı çağlarda, tek bir odaya hapsedilmesi sonucunda beyninde çeşitli hasarlar meydana gelmeye başlamıştı. Pek çok kişi tarafından bilinmeyen şizofrenisi nedeniyle babasından gelen görücülük yetisinin varlığından dahi bihaberdi kendisi. Derince bir nefes aldı ve gözlerini, patikanın sonundaki binanın en tepesine yerleştirilmiş meleğe dikerek ilerlemeye koyuldu. Bedeninin buraya gelirken büyü için harcadığı tüm enerji, âdeta damarlarına yeniden doluyordu da hiçbir itiraz etmeden, adımlarını tereddütsüzce atıyordu Hikaru.

Kanatlarını T şeklinde açmış olan meleğin sağ elinde tuttuğu uzunca bir kılıç vardı ve üzerinden akan kan dahi detaylara eklenmişti. Dik duruşundan ödün vermeyen bu melek, sol elinde küresel bir şey taşıyordu, iki boynuzu olan bir kafayı andıran bir top gibiydi. Ne olduğu üzerinde çok durmasa, duramasa da bunun oldukça kasvetli şatoya muazzam uyumu nedeniyle büyülenmiş gibiydi. Heykel, kanatlarını çırpıp yükselse yadırganmayacak kadar canlı görünüyordu.

Kapıya vardığında, bir çeşit bürokrasi işlediğinin farkına varan Hikaru, ismini ve soy ismini söyledikten sonra Gaëtan Télesphore ile görüşmek istediğini bildirmiş ve üzerine çevrilmiş olan üç asa ve dört gerilmiş yaydan hiç rahatsız olmadan oracıkta beklemeyi sürdürmüştü. Bu vakitsiz ziyaretinin önemli olduğunu düşünüyor olmalıydı ki ailenin mirasçısı kendisini reddetmemiş, aksine hızlı bir yanıt göndermişti. Şatonun ana gövdesinden biraz daha uzakta olan yüksekçe bir kuleye doğru yönlendirilmiş olan Uzak Doğulu adam, çok gizli işlerle meşguliyet veren bir bölgeye adımını atmışçasına yanında iki görevliyle beraber ilerlemekteydi. Asasına el konulmamış olmasına şaşırsa da bunu mimiklerine yansıtmamış, aksine hiçbir şeyi garip bulmuyormuş da alışık olduğu günlük yaşamının bir parçası buymuş gibi davranıyordu Hikaru. Kulenin geniş kapısından içeri girmiş, dönerek yükselen merdivenlerden yukarı çıkmış, sonra da hemen önünde açılan kapıdan süzülerek kendine işaret edilmiş koltuğa yerleşmişti. Tam kapıdan içeri girerken tozla kaplandığından ve biraz da paslandığından tam olarak okuyamadığı yazı dikkatini çekmişti.
“…diabolu…” Görebildiği bu kelime, onu hiç de memnun etmemişti ve yalnız başına bırakıldığı bu loş ışıkta, onu düşünmüştü.

Kendisine oldukça tanıdık gelen; amma velâkin bunu nereden bildiğini çıkaramadığı ve anlamını çözemediği kelime ile arasına giren hafif bir ses ile yeniden açılan kapıdan içeriye, tam da görmek istediği insan girmişti: Gaëtan Télesphore. Cadı Avları ile meşhur olan bir ailenin yasal mirasçısı, nerede saklandığı belli olmayan aile liderinin yegâne çocuğu ve yeni evlenmiş bu adam ile olan münasebeti okul yıllarına dayansa da şimdi çok daha büyük bir olay için bir aradaydılar. Temellerinin o dönemlerde atıldığı bir şey olsa dahi kesinlikle böylesini beklediğini söyleyemezdi Hikaru Haruki. Dudaklarının arasındaki boşluğu bir an olsun değiştirmemiş, nefesini aynı sıklıkla alıp vermeye devam etmiş ve kendisine verilen baş selamına karşılık olarak ufak bir tane yapıvermişti hemencecik. Bu tarz şeylerin çok önemi yoktu; ama kelimelerin nasıl dillendirileceği konusunda da vakte ihtiyacı olduğu açıktı ki bu gerilmiş -ya da bu büyücüye öyle gelen- ortamı rahatlatan bir musikinin etrafa dolması sayesinde öncekilere nazaran biraz daha derin bir soluk aldı. Şimdi tümce hâline getirebilirdi belki sözcüklerini ve derhal konuya hâkim olabilirdi ikisi de; fakat bir şekilde, bunu engelleyen bir şeyler vardı içinde. Göremediği biri, dilini ve boğazını düğümlemişti de söyleyemiyordu sanki. Belki de yalnız, yabancı olduğu bir saray nezaketinin soluduğu tozlu havayla bilincine ulaşmasından kaynaklıydı bu: ev sahibine öncelik.

Neyse ki çok beklemeden önce kendi kendine söylenircesine mırıldanıp akabinde de doğrudan Hikaru’ya yönelik birkaç kelam etmişti ev sahibi. Yaklaşık iki dakika geçtiğini hesap edebilirdi başka bir zaman olsaydı eğer; lakin şu an yapabildiği şeyler arasına girmiyordu kafasında bir saat barındırmak bu çekik gözlü adamın. Bunlara nazaran doğrudan konuya girmek istediği için onlara odaklanmıştı ve gece yarısı olduğundan mı bilinmez yoksa kendi sabırsızlığından mı kaynaklıdır, Gaëtan doğrudan konuya girivermişti. Sebebi ziyaretini merak etmekteydi bu vakitsiz gelen konuğun, haksız sayılmaksızın. Elbette işlerin şu sıralar bir saray adabıyla yürümediği açıktı ve kimse Fransa Kraliyet Ailesi ile sohbet etmek adına bir çaba sarf etmiyordu; herkes, kendi amaçlarına ulaşabilecekleri en kısa yolu arayan birer kimseden ibaretti. Aceleciliğin ne denli pis bir huy olduğundan dem vurmaya gerek duymaksızın doğrudan söze girebilmek adına nefesini derince aldı ve kendisine gelmiş bir mektubu sesli okurcasına, soğuk ve yabancı bir sedayla konuşmaya başladı büyücü.
Buraya, işinize yarayabilecek bir şeylerden haberiniz olabilsin diye geldim, Gaëtan.” Sizli konuşmak durumunun ardına eklediği ilk isimle hitap şeklinde kendisine karşı düşündüğünden daha yakın olduğunu anlatan bu adamın amacı gerçekten de söyledikleriyle uyuşuyordu. Yalan söyleseydi, daha samimi olmaya çalışabilirdi hatta. Tekrar derince bir nefes aldı ve bu defa yarısını çöpe atarcasına cümlesinin sonuna nokta koymakla harcamamayı umarak iki saniyede yeniden oturmuş sessizliği silmek adına dudaklarını hareket ettirdi. “Ve sizi temin ederim ki, duyduklarınızdan sonra size gönderdiklerimdeki anlamı bir kez daha kavrayabileceksiniz; elbette daha önce anladıysanız…” Söylediklerinde alaycılık yoktu, şifre çözebilecek zekâya sahip olduğuna inanmış olsa dahi bir şekilde doğrulara ulaşamayabileceğini hesaba katıyordu Gaëtan adlı gencin.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Gaëtan Télesphore
Büyücü
Büyücü
Gaëtan Télesphore


Mesaj Sayısı : 2629
Kayıt tarihi : 20/04/13

müttefik. Empty
MesajKonu: Geri: müttefik.   müttefik. Icon_minitimeCuma Tem. 04, 2014 8:23 pm


Kendinden emin tavırlarla konuşmuşluğun gölgesi altında ezilip kalmışçasına bir bulutun ardına gizlenmeyi yeğleyen aydan geri kalan birkaç parça ışık huzmesinin içeri girerken kırılışlarını izlemeye dalsaydı eğer Gaëtan, söyleyeceklerini toparlayacak vakit bulamayabilirdi; zira başta söylenenleri takiben, pek de beklenmeksizin yenilerinin eklendiğine şahit olmuştu. Keskin hatları olan bir haritayı cetvelle parçalamak kadar basit bir uğraşla dillendirilmiş fikirlerin ortasında kalakalmıştı ve en net sonuca ulaşmayı hedefleyecek stratejiyi geliştirmek konusunda hızlı bir çaba içerisine girdi genç adam. Burada, eşinin yardımına ihtiyaç duyabileceğinden kesinlikle emindi; o kadın, her şeye soğukkanlılıkla yaklaşmak konusunda tanıdığı herkesten daha iyiydi çünkü. Kendini Bohemya’da Skandal’ın başrolünü oynar gibi hissetmişti aklından geçenler nedeniyle, esasında her şeyin sebebi Maëlys için kullandığı tabirdi. Aynı Conan Doyle’un, kendi içerisindeki muazzam tutarlarıyla oluşturduğu ve pek çok insanca gerçek kabul edilen Sherlock Holmes’ün, kendisinden pek de aşağı kalır zekâsı olmayan Irene Adler için söylediği iki kelimeydi ve durumlarını benzeştiriyordu Gaëtan şu an için. Hayır, kesinlikle kendisini bir kurgu karakterinin yerine koymuşluğu ya da dedektifin akıl yürütme yöntemlerine kafa tutmuşluğu mevcut değildi bu atmosferin solunduğu hiçbir noktada; soğukkanlı bir varlığın kesinliğine ihtiyaç duymaktaydı ikisi de, yalnızca. Aklındaki tüm düşünceleri defederek kullanmaya bu yıl içinde başladığı ince kemik çerçeveli gözlüğünü burnunun üzerinde yukarı doğru hareket ettirdi büyücü. Göz numaraları henüz çok ileri bir seviyede olmasa da bu bozukluğun giderilmesi açısından, işlerini kolaylaştıracak bir şeydi kendileri ve onlardan uzak yaşamamaya da kolaylıkla alışıvermişti. Sağ gözünün camı üzerine düşen kâkülleri, saçını fazla tarayamadığını belli ederken bundan rahatsızlık duymamasından ötürü onlara dokunmayışı da karşısına verdiği dikkati gözler önüne seriyordu. Boğazını hafifçe temizlerken aklından hızlıca olayları geçirdi ve konuyu detaylandırmanın kibar bir yolunu bulamadığından acelesiz bir ortamın sohbetini açarmışçasına konuşmaya koyuldu adam.
“Bu kulenin ismi konusunda bir fikriniz var mı Bay Haruki?” Ev sahibi, kesin biçimde sizli konuşmak zahmetine katlanacak kadar mesafeli olduklarını belli ettiği cümlesinin gerçekten de olaylarla alakalı bir konuya kapı açabileceğine inanmaktaydı. Konuğunun hareketlerini gizleyen karanlıkta olumlu ya da olumsuz bir sözlü tepki alamadığından devam etmeye karar verdi bir dakikalık bekleyişin akabinde. Âdeta sükûnete karışmış olan musiki, karanlığın arasında öyle sessizce akıyordu ki biri hareket ettiğinde iki metalin çarpışma sedasını andıracak bir çınlamanın duyulacağı inancına kapılmış olan Gaëtan, henüz tam olarak alışamadığı gözlerini birkaç kez kırpıp sesini müziğin üzerine çıkacak lakin gürültüye dönüşmeyecek ölçüde ayarlar ayarlamaz dudaklarını ağır ağır araladı. Şeytanboynuzu.” Sözcük, kendini konuşulan ortak dildeki İngilizce olarak bıraktı havaya. Müziğin beş ya da altıncı dakikasına ulaşmış olmalılardı, biraz daha hareketli bir hâl almıştı Lully’nin bestesi. Orkestranın pek çok kısmından yükselmekte olan ve harmoni oluşturan bu sedanın orta yerine, hiç yabancılık çekmeksizin konuşlanıverdi. Devamını getirip getirmeyeceğinden emin olamıyor gibi gözüken büyücü, sağ elinin parmaklarından üç tanesini koltuğun kolluk bölgesindeki tahta parçasının üzerine ritmik şekilde vurarak müziğe eşlik ediyordu; en sevdiği kısım olduğunu belli edecek bir tebessüm yayılıyordu çehresine. Bir yudum zehri yutkunurcasına hantaldı; içi içine sığmıyor, merakla karşısındakinin konuşmasını dinlemek istiyordu bilakis. Ağacını çok seven narenciye renkli yaprakların rüzgâra da sevdalanması misali, zaman herkesin tavrında etkili oluyordu. Olan olmuştu.

“Buraya, ana binadan uzak ve en yüksek kule olması gerekçesiyle bu ismin verildiği zırvalıklarını, eğer şurada yaşayan herhangi birine sorarsanız duyabilirsiniz; amma velâkin hakikati sizin duymanız gerektiğine inanıyorum.” Sözlerini noktalarken gerçekten inanıp inanmadığını sorguladı. Böyle düşünüyor muydu cidden? Bir yabancının, önemli bir konuğun, böyle şeylere zamanı olup olmadığını, olsa dahi bilmek isteyeceğini ve istese bile bilmesinin gerekip gerekmediğini… Bunların hepsini oracıkta tarttı ve ufak bir onaylama işareti yaparak başıyla, içine sindirdi her şeyi. Hafifçe araladığı dudakları arasından önce içeri doğru bir hava akımının geçmesine izin verdi, sonra zaten laflarını söyledi. “Tümü ailemizin ortaya çıkması altında yatanlarla ilgili…” Söylediklerini devam ettirseydi eğer, ki ettirmesine gerek yoktu, Hikaru’nun kulaklarına Cadı Avları şeklinde iki kelime ulaşabilirdi; fakat bunun ikisince de bilindiği aşikârdı, dillendirmenin ve ortamın huzurunu bir muma üflercesine titreştirmenin manası olmadığından emindi.

Gaëtan Télesphore, diyalogun bu kısmında kendine ve karşısındakine birkaç şey kanıtlamıştı: İlk olarak, ailesi hakkında kimsenin bilmediği, kendi akrabalarının bile, pek çok konuya hâkimdi. Bunların hepsini istediği zaman, istediği kadar anlatabilirdi ve dahası, Haruki soyadlı büyücünün nerede olduğunu kavraması çok önemliydi: cadıları öldürmekle ün salmış bir aileye ait konakta, her şeyin kontrolünü elinde tutan insanla muhataptı ve onun istediklerini yaptığı sürece, kendi ölümüne adım atmış olurdu. Hepsinden ötedeyse bir anlaşma imzalamak adına yeni bir sayfa uzatmıştı oracıkta bu adam, ikisinin birlikte doldurabileceği bomboş bir tane.
Yerinde yavaşça hareket eden Télesphore, takım elbisesinin kollarını hafifçe düzelttikten sonra arkasına rahatça yaslandı ve karşı tarafa tepeden bakar bir hâl aldı; lakin bunun küçümseyicilikle bir alakası olmaması gerektiğini en iyi o biliyordu, bilmeliydi. Zira en az korkulan kişilerin dahi en büyük tehlike olabileceğini göstermek için attığı adımların getirisini yakın zamanda göreceğini fark ediyordu, özellikle de buna en büyük katkıyı sağlayacak kişilerden birinin kendi ayaklarıyla onu ziyarete geldiğini görünce… İçten bir gülümseme, dudaklarını yay yapacak şekilde yüzüne yayılırken ay bulutların ardında gizlenmeyi bırakma kararı almışa benziyordu; fakat cilalanmış ahşap parkeler üzerinden yansıyan mehtap dahi karanlığa ait olanın meydana çıkmasına müsaade edemeyecek kadar çekingendi; vuku bulması gerekmeyenler, aidiyetleri içerisinde barınmalıydı, aynı herkesin zihninde dolaşan binlerce düşüncenin birden ortaya dökülmemesi gerektiği gibi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hikaru Haruki
Büyücü
Büyücü
Hikaru Haruki


Mesaj Sayısı : 295
Kayıt tarihi : 09/05/13

müttefik. Empty
MesajKonu: Geri: müttefik.   müttefik. Icon_minitimePaz Tem. 06, 2014 7:37 pm


Tehditkâr hava, atmosfere henüz nüfuz etmiş bir rüzgâr misali doldurdu ciğerlerini Hikaru’nun. Söylediklerinin altında yatanlarda gerçekten de çok haklıydı muhatabı. Buraya kendisini zorla getiren olmadığı gibi ev sahibinin isteklerini de yerine getirmemesi durumunda istekleri tam olarak karşılanmazdı, bariz. Bundan değil miydi ki büyücünün varlığını göstermesi zaten? Şimdi, herkes bildiğinin arzuladığı kadarını anlatıp susabilirlerdi ve birbirlerine zarar verecek yetkinlikte değillerdi; amma velâkin amaçlarının bu olmadığı apaçıktı ve bu konudaki ilk adımı atmak şerefine nail olmuş olan kişi, kendini gizlemeksizin kelimelerini söylemek niyetindeydi. Durduğu yerde hafifçe kıpırdanarak merakını biraz olsun bastırmasının akabinde derince bir nefes aldı ve soluğunu, göğe yazı yazar misali çeşitli aralıklarla bıraktı geriye. Arka plana yerleşmiş olan müziğin kattığı filmlere yaraşır havaya az biraz uyum sağlayan bu dramatik görüntüyü kameraya aldıklarında, izleyicilerin pek çoğunun hoşnut kalmayacağı, sanat filmlerini sevenlerinse beğenebileceği bir sahne ortaya çıkardı; fakat hiçbirini umursamayan Hikaru, boğazını yavaşça temizlemek girişiminde bulundu. Ne de olsa çatallaşmış bir sesle konuşmak, tüm etkiyi yok edebilirdi. Acaba bundan mıydı konuşmaların arkasına saklanan sedanın varlığı, yoksa çıkarttığı sese benzer bir kelime olan “ehem”den mi geliyordu her şey? Mühim olanı vurgulamak istercesine, bilinçsiz bir uyarı mıydı tüm bunlar? Aklından hiçbiri geçmemiş olan genç büyücü, zarif bir hareketle sırtını dikleştirdi ve dudaklarının açılmasını emretti.
Hepimiz, Gaëtan,” İsmiyle seslenmişti ki samimiyetini koruyabilsin idi. Ve hepimiz diyerek oradaki iki kişiye de kesinlik kazandırıyordu. “Muhakkak biliyoruz ki Cadı Avları,” Sonra anlık bir nefes alış ile dramatize etti son iki kelimeyi; bu esnada müzik de biraz olsun sakinleşmişti zira. “Üzücü olaylar, oldukça.” Cümlesini üç parçadan oluşan bir mekanizma gibi oluşturup her birini de gerekli noktalardan bağlamayı başaran adamın konuşma sanatındaki uzmanlığı göze çarpıyordu; ama söylediklerinin hiçbir manası olmadığını dillendirecekmişçesine bir jest yaptı kendisi. Başını hafifçe sola çevirirken dudağını da aynı yönden başlayan bir gerginliğe maruz bıraktı; bu esnada gözlerini hafifçe yuvarlayarak şimdi bunları konuşmamızın sırası değilken bu ısrar niye dedi hareketleriyle. Daha ehemmiyetli meselelerin olduğunu bilenler arasında geçen sıradan muhabbetler, sabırlarını zorluyordu ve bu durumdan hoşnutsuzluğunu ifade etmesi için dahi çok beklemişti büyücü. Lüzumsuz şeylerle uğraşacak vakitleri kalmamıştı ki bunu Gaëtan’ın bildiğinden daha iyi biliyor, her şey için ondan daha fazla sabırsızlanıyordu. Eğer bir krizin ortasında kalsa bağırıp çağırarak buradaki her şeyi böler ve kendisi dinlensin diye tüm sınırlarını zorlardı; ama şu an böyle bir durumda olmamasına şükrederek -esasında haberi yoktu krizler geçirdiğinden ki bundan müteşekkir değildi- aklından geçenleri yavaşça toparladı. Söyleyeceği şey, ikisinin de anlaşma yapmasını rahatlıkla sağlamalı; lakin karşı tarafın merakını arttırmanın ötesine pek de geçmemeliydi.

Yaklaşık yarım dakika boyunca sükûnet, peşine taktığı musiki ile beraber akıp gitti aralarından. Zamanın altın kıymetinde olduğu anlardandı bu, herkes için oldukça sancılı geçen bir düşünce yığını arasından gereklilikleri seçmenin lüzumu hakkında aforizmalar yazabilirler, gerekirse manifesto üretebilirlerdi ve buna en çok da Hikaru yatkındı iki kişilik grup içerisinde. Kendi kendine ürettiği metinlerden birinde bahsetmişti vakitten ve şimdi, onun üzerinde birkaç oynama yapması gerekip gerekmediği hakkında emin olamıyormuşçasına tedirginliğe kapılmıştı. Gerçekten de kurşunî ağırlığı ile herkesi altında ezerek uzaklaşabilir miydi bu insanoğlunca isimlendirilmiş, ne olduğu hakkında kimselerin fikri olmayan, dakikalara, saatlere ve nicesine bölünmüş şey? Hakikati var mıydı herkesin zihni üzerindeki etkisinin? Mekanizmalarca ölçümlenebiliyor ise eğer, nasıl kişilerde farklı bir yol izleyebiliyordu? Herkesin aklını kurcalaması gereken bir noktaya parmak basmışçasına hafif bir irkilmeyle başını kaldırdı ve sabah tıraşladığı yüzünde çıkmaya henüz koyulmuş nadir sakalların arasında parmak uçlarını dolaştırmaya koyuldu. Genelde oldukça düşündüğü zamanlarda yapardı bunu Hikaru; fakat dışarıdan bakıldığında çıplak tenini okşuyor göründüğünden emindi aynı zamanda. Zira kimselerin varlığına inanmayacağı kısalıktaki kılların karalığı dahi güneşten koyulaşmış teninde belli etmiyorlardı mevcudiyetlerini. Herkesin aldatıcı bir yönü olurdu -her şeyin yahut- ve onlardan birini yakalamak üzere görevlendirilmiş iki dedektifin birbirini sorgulamasını ortaya çıkaran bir tablo resmedilircesine karmaşıktı bulundukları ortam. Derin bir nefes aldı, susuyordu.

Lully’e ait olduğunu az önce öğrendiği bu eserin dinletisinde, kaydında görev alanların ismini merak ediyormuşçasına başını plaktan yana çevirdiğinde dudakları aralanmış olan genç, kelimelerini öylesine özenle seçiyordu ki teşbih etmek pek olanaklı değildi; cımbızla seçiyor olsa dahi etrafında birkaç istenmeyen gelebilirdi ama bu, ondan daha öte bir durumda sayılırdı ki her sözcük ağır vurgular içerisinde kalmış birer duaydı âdeta. Orta Çağ Katolik Kiliselerinde söylenen ilahiler kadar nüfuz edemiyordu elbette insan zihnine ya da romantiklerin deyimiyle ruhuna; amma velâkin etkisizliği söz konusu dahi değildi.
“Babanın kaderi elimde…” Yalansız, yanlışsız ve basit türden bir tümceydi ve sadeliğinin aksine kapalılığı dikkat çekmekteydi. Elbette onunla alakalı kehanetlerin kendinde bulunduğunu söylemekle yetinmeyecekti ilişkilerinin ilerleyen vakitlerinde; fakat şu an için kastı oydu ve maksadının ötesindeki imaların olmasından rahatsıza da benzemiyordu. Gözlerini plaktan yavaşça uzaklaştırıp kendisine bakışlarını kilitlediğine inandığı Gaëtan ile göz göze gelmek isteği ile başını çevirdi. Sağa doğru hareket edip hafif kıvraklıkla bir yay çizen burnunun biraz üzerindeki basarların içerisine doldurulmuş bir ışıltı olmasa da onlarda öylesine bir kuvvet mevcuttu ki şimdi, karşısına geçen herkesin kendini öldürmesini sağlayacak baskıyı yaratabilirdi; elbette karanlığa alışmış olsa dahi netliği tam sağlayamayacak gözleri ve kendilerine eşlik eden ay ışığı bunlara pek müsaade edeceğe benzemiyordu, etmesindi zaten, lüzumsuzluk fazlasıyla dertliydi. Hikaru Haruki, kimilerine göre bir tekerlemeyi andıran ve kimilerince bilmece gibi olan isminin anagramlardan oluşmasından kesinlikle rahatsız olmayan türde bir fısıltı yaydı zihnine; adını tekrar eden harf zincirleri, bir köşkün camlarını parçalayacak hızda fırlatılan taşlar misali dağıldı ve her düştükleri yerden birer hatıra, göğe uzanmak istercesine yukarılara doğru tırmandı da tırmandı. Bilindiği üzere maziyle gelecek, kaderdi; yazgıyı elleriyle inşa etmek isteyenler doğru zamanı beklemeliydi. Nicéphore Télesphore için kefaret, ölümle ödenecekti.

- rol oyunu sonu -
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
müttefik.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Télesphore Malikânesi-
Buraya geçin: